EDİTÖRDEN

Türkiye, vatan bütünlüğünü korumak, ulusal savunmasını güçlendirmek ve denizdeki ekonomik potansiyelden yararlanmak yönündeki iradesini "Mavi Vatan" stratejisiyle ortaya koymaktadır. Bu strateji, Türkiye'yi kendi kıyılarına hapsetmeyi hedefleyen Atlantik planlarını boşa çıkarmayı amaçlamaktadır. Akdeniz'de en büyük kıyıya sahip ülke olan Türkiye için, Mavi Vatan stratejisi aynı zamanda açık denizlere erişimin de anahtarıdır. 
Türkiye, Çin, Rusya ve Suriye gibi birçok ülke, denizlerle ilgili ulusal stratejilerini, dünyadaki çok kutuplulaşmanın olanaklarıyla şekillendirmektedir. Gelişen dünyanın, giderek ortak bir stratejide buluşmakta olduğu görülmektedir. Bunu kısaca şöyle özetlemek mümkündür: Öncelikle ulusal kıyıların, sonrasında açık denizlerdeki ticaret ve enerji yollarının güvenliğini sağlamak, denizdeki enerji havzalarının bölge ülkeleri arasında hakkaniyetle paylaşıldığı bir uzlaşma zemini oluşturmak. 
Bu sayımızda kapak başlığına çıkardığımız "Mavi Vatan" kavramını, bu anlayışın ortak bir ifadesi olarak kullandık. Bu anlayış ile paralel olarak, Kuşak ve Yol Girişimi'nin en önemli parçası olan Deniz İpek Yolu, gelişmekte olan ülkelerin kendi denizlerindeki egemenliklerini güvenceye almak için bir fırsat yaratmaktadır. Böylelikle, bölge ülkelerinin, dış müdahaleleri bertaraf ederek ortak çıkarlarda buluşmaları mümkün olmaktadır. 
ABD liderliğindeki Atlantik sisteminin, enerji yollarında ve havzalarında dünyanın efendisi iddiasıyla yürüttüğü denizaşırı faaliyetlerine karşı, gelişen dünya ülkelerinin kendi milli çıkarlarına sahip çıkma, dünya meselelerinde söz ve karar sahibi olma iradesi giderek güçlenmektedir. 
Bu irade, yıllardır devam eden kangrenleşmiş sorunları bile, bölge ülkelerinin lehine sonuçlara ulaştırmaktadır. Örneğin ABD-Fransa'nın başını çektiği Atlantik sistemi, Dağlık Karabağ sorununu yıllardır içinden çıkılmaz bir noktaya getirirken; Türkiye ve Rusya, İran'ın da dolaylı katılımıyla, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki soru­nu, uluslararası hukuğun gerektirdiği şekilde, hakkaniyetli bir çözüm aşamasına getirmişlerdir. Türkiye-Rusya ortaklığıyla, Suriye'de ve Libya'da da benzer bir çözüm sürecinin devam ettiği bilinmektedir. 
Bu kapsamda kaydedilmesi gereken önemli bir gelişme de şudur: BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika), uluslararası alandaki sorunların çözümüne müdahil olma yönündeki iradelerini daha güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır. 17 Kasım 2020'de Moskova'da düzenlenen 12. Zirve Sonuç Bildirisi'nde BRICS ülkeleri, "daha adil bir dünya sistemi talebi"ni açıkça belirtmiş ve bunun için çalışmaya devam edeceklerini vurgulamışlardır. 

***

Bu sayımızla ikinci yılımıza giriyoruz. BRIQ'in çıkışında yayınladığımız basın duyurusunda dergimizi şöyle tanıtmıştık: 
"BRIQ, bir iddianın sahibi. O iddia şu: Gelişen dünyanın talep ettiği uluslararası adil düzenin hangi temellere oturacağı, hangi temelde gelişeceği konusunda fikri planda hazırlayıcı, yönlendirici uluslararası bir entelektüel merkez olmak! Asya Çağı'nda kilit ülke olan Türkiye'nin entelektüellerinin bu çabada belirleyici olacağı bir plat­form yaratmak. Kuşak ve Yol Girişimi'nin sunduğu olanak ve fırsatlar konusunda gelişen dünya entelektüellerinin doğrudan bilgi ve fikir alışverişi yaptığı bir platform olmak." 
Birinci yılımızı tamamlarken; özgün tasarımı, kapak konuları, içeriği, makalelerin bilimsel niteliği ve dünyanın değişik bölgelerinden yazarlarımız ile bu iddiamızı kanıtlayan dört sayı çıkardık. BRIQ'in ilk dört sayısında Türkiye, Çin, Rusya, İran, Meksika, Avustralya, Almanya'nın prestijli üniversitelerinden alanlarında uzman akademisyenlerin makalelerine, fikir yazılarına ve röportajlara yer verdik. Birinci cildimizdeki 4 sayıda, toplam 35 eser yayınladık. 
BRIQ, ana akım uluslararası dergilerde ideolojik gerekçelerle yer verilmeyen ciddi bilimsel araştırmaların da yayınlandığı bir platform olarak yoluna devam edecektir. 

FİKRET AKFIRAT 
Genel Yayın Yönetmeni 

İçindekiler

Öz

Suriye, kültürel mirasına ve gelecek vizyonuna dayanarak 2004 yılında bölgesel işbirliğini geliştirmek için Beş Deniz Girişimi’ni başlattı. Bu girişim, çok sayıda yeni paradigma ve terminolojinin gün yüzüne çıkmasını tetikledi. Özellikle 2010-2011’den bu yana, hem Ortadoğu’daki çatışma sahnesinde hem de uluslararası alanda hemen hemen her şeyi etkileyen birçok değişiklik gerçekleşti. Beş Deniz Girişimi’ne zarar veren dokuz yıllık savaşın ve küresel kapitalizmin, en ilkel şekliyle kurmaya çalıştığı hegemonyadaki başarısızlığının ardından artık, bölgesel ve uluslararası aktörler arasındaki ortak çıkarlara dayanan ve bölgesel çeşitliliğe saygı duyan, aşırılıktan uzak gerçek bir seçeneği ortaya koyma zamanıdır. Ortadoğu ülkeleri ortak sorunlarla yüzleştiğinden, bu sorunlara getirilen çözüm önerileri birlikte formüle edilir ve gerçekleştirilirse bu öneriler daha etkili olacaktır. Nihayetinde, kalkınma Ortadoğu’da barışı sağlamanın tek yoludur ve ortak sorunlara kalıcı çözümler ancak “kalkınma yoluyla barış” çerçevesinde gerçekleştirilebilir. Güneybatı Asya’nın yeniden inşasını sağlayarak ve Suriye’nin, Akdeniz, Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Hazar Denizi ve Karadeniz’in kesişiminde yer alan ayrıcalıklı jeopolitik konumu sayesinde bir altyapı ağı oluşturacak olan “Beş Deniz Stratejisi” ile Kuşak ve Yol Girişimi’nin (KYG) birleştirilmesi, böyle bir çözümü sağlayabilir. Bu birleştirilmiş stratejiyle tam bir bütünlük sağlanması, Ortadoğu ülkelerinin birçoğu için bir on yılı daha israf etmekten kaçınmanın en iyi yolu olarak görünüyor.

Anahtar Kelimeler: beş deniz, jeopolitik, Kuşak ve Yol Girişimi, Ortadoğu, Suriye 

 

Beş Deniz Stratejisi: Kökeni ve Gelişimi

Öz

Günümüzde dünya siyasetinin çok kutuplulaşmasına koşut Pax Americana sisteminin gerilemeye yüz tutmasıyla denizlerde barış algısının zayıfladığı ve küresel deniz hâkimiyetinin yeniden tartışmaya açıldığı gözlemlenmektedir. Bununla birlikte, ABD liderliği altında küresel işbirliği kanallarının tıkanmasını Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) ile yanıtlayan Çin, bu tartışmanın baş aktörleri arasında yerini almıştır. Böyle bir ortamda, deniz jeopolitiğinin KYG bağlamında derinlikli bir okumasını yapma ihtiyacı güçlü bir şekilde hissedilmektedir. Bu makale, yukarıda tasvir edilen ihtiyaca cevaben, Güney Çin Denizi ve Doğu Akdeniz’de son yıllarda alevlenen çatışmaların karşılaştırmalı bir incelemesini sunmayı amaçlamaktadır. Neo-Mahancı deniz jeopolitiği düşüncesinden hareket eden mevcut makale şu sorular etrafında şekillenmiştir: Güney Çin Denizi ve Doğu Akdeniz’in jeopolitiği dünya siyasetinin çok kutuplulaşması altında ne tür bir değişime uğramaktadır? Hangi ortak dinamikler bu değişime yön vermektedir? Deniz jeopolitiği açısından, bu iki bölgede yaşanan dönüşümler birbirini nasıl koşullandırmaktadır? Türkiye ve Çin’in jeostratejileri bu durumdan nasıl etkilenmektedir? 21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu, KYG’nin deniz ulaşımını sağlar ve Güney Çin Denizi bu yolun ilk ayağıdır. KYG'yi denizden Avrupa'ya bağlayan Doğu Akdeniz ise aynı yolun son ayağını teşkil etmektedir. Dolayısıyla her iki denizin güvenliği, KYG'nin deniz ayağının sahip olduğu potansiyelin gerçekleştirilmesinin baş koşuludur. Aynı zamanda hem Çin hem de Türkiye, kendi deniz alanlarında ABD müdahaleciliği ile boğuşmaktadır. Bu koşullar altında, Çin ve Türkiye’nin deniz güvenliği alanında benzer jeostratejik anlayışlar geliştirdiği dikkatlerden kaçmamaktadır. Türkiye’nin Mavi Vatan Doktrini, Çin’in Milli Mavi Toprak Doktrini’ni tamamlar görünmektedir. Her iki ülkenin de bu durumun bilincine bir an önce varıp işbirliğini geliştirmesi KYG’nin geleceği açısından elzemdir.

Anahtar Kelimeler: deniz hâkimiyeti, jeopolitik, jeostrateji, Güney Çin Denizi, Doğu Akdeniz

Öz

Mavi Vatan Doktrini, Türkiye’nin uluslararası hukuk çerçevesinde oluşturduğu meşru deniz yetki alanlarındaki haklarını ifade ediyor. Bu hakların korunması için gösterilen çabalar ise gerek uluslararası hukukun uygulanması gerekse bölge ülkelerinin hakça tüm kaynaklardan faydalanması bakımından, küresel ve bölgesel barışa önemli bir katkı sunuyor. Bugün iddiaların aksine, bir “yayılmacılık” politikasından çok uzak olan Mavi Vatan Doktrini sayesinde, yalnızca Türkiye’nin değil tüm bölge ülkelerinin büyük deniz yetki alanları kazanabileceği görülüyor. Özellikle Doğu Akdeniz’de kıyıdaşlarla yaratılacak işbirliği mekanizmaları ile hem küresel ticaretin korunmasına hem de enerji kaynaklarının en verimli şekilde kullanılmasına katkı sağlanacağı değerlendiriliyor. 21. yüzyılda hâlâ korsanlık peşinde olan ülkelerin ise Türkiye’nin haklarını koruyacak üstün bir donanmaya ve kendisini güncelleyebilecek yetkin bir askeri sanayi altyapısına sahip olduğunu unutmaması gerekiyor.

Anahtar Kelimeler: denizcilik, Ege Denizi, Mavi Vatan, MEB, Yunanistan

Öz

Akdeniz bölgesi, eski çağlardan bu yana her türlü siyasi ve iktisadi düzenin yükselişine ve düşüşüne tanıklık etti. İnsan toplumlarının her daim laboratuvarı ve değişik dinlerin, felsefelerin, etnik grupların kaynaştığı yer oldu. Akdeniz ülkeleri muazzam kültürel ve estetik başarılara şahit oldu ancak aynı zamanda yıkım ve barbarca eylemleri de yaşadı.  Akdeniz, en güçlü siyasi kavramlardan biri olan ‘Batı ve Doğu yarıküre’ fikrini doğurdu. Küresel kapitalizmin ve transatlantik ticaretin başlamasıyla Akdeniz, stratejik öneminin ve ekonomik ivmesinin çoğunu kaybetti. Ancak bu durgunluk tek seçenek değil. Bugün Çin’in yeni bir dünya gücü olarak yükselmesiyle birlikte Akdeniz ve buradaki bölgesel güçler de yeni fırsatlar yakalıyor. İşin özü katılımcılıktır. Büyük olasılıkla da buradaki başlangıç noktası karşılıklı anlayış olacaktır. Akdeniz’deki hassas dengelerin istikrara kavuşmasına katkıda bulunacak unsurlar yalnızca uluslararası işbirliği, küresel ticaret ve kültürel alışveriştir. Bu nedenle, önümüzdeki soru şudur: Akdeniz’in bugünkü siyasi ve iktisadi potansiyelini keşfetmek ve daha iyi anlamak için tarihten hangi dersler çıkarılabilir? Tarihteki Akdeniz ile bugünkü Akdeniz arasındaki çarpıcı benzerlikleri gösteren bazı tarihsel betimlemeler varlığını ısrarlı bir biçimde sürdürür ve şaşırtıcı şekilde geri döner.

Anahtar Kelimeler: Akdeniz, Atlas Okyanusu, doğu yarıküre, hegemonya, yeni dünya düzeni

Öz

Gaz Hidratlar (Metan Hidratlar); gaz moleküllerinin su molekülleri tarafından bir kafes içerisine hapsedilmesiyle oluşan ve buza benzeyen kristalin katılardır. Yüksek basınç ve düşük sıcaklık koşulları altında oluşurlar ve genellikle doğalgazın ana bileşeni olan metan gazı içerirler. Su molekülleri, metan moleküllerini çevreler ve metan molekülleri bu kafes içerisine hapsolarak gaz hidratları (GH) meydana getirir. Doğada yaygın olarak, kıta kenarı (kıta yamacı), deniz tabanı tortulları (sediment) ve kutba yakın don-ayazı (permafrost) alanlarda saptanmışlardır. Günümüzde ekonomik anlamda, kaya gazının deniz tabanındaki bir türü olarak tanımlanabilecek denizel GH birikimleri tüm dünyada “yakın geleceğin nispeten temiz enerji kaynağı” olarak görülmekte ve dünyanın geleneksel olmayan hidrokarbon devriminde enerji kaynaklarından birisi olacaktır. Ülkemize bakıldığında ise GH’nin Marmara’da, Akdeniz’de ve Karadeniz’de yüksek basınç ve orta sıcaklıklarda meydana geldiği görülmektedir. Bu alandaki çalışmaları yürütmek amacıyla, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) desteği ile Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesinde kurulmuş bulunan Jeofizik Sismik Laboratuvar 2005-2018 yılları arasında, GH’nin haritalanması ve deniz tabanından ilk defa örnekler alınmasıyla yapılan keşif çalışmaları ve pek çok araştırma etkinliklerinde bir odak nokta, bir merkez olma işlevi görmüştür. Bu çalışmalar arasında, Milli Gazhidrat projesinin ilk evresi başarıyla tamamlanmış olup, tamamen milli bir ekiple ve paha biçilmez bir keşifle, on yıllarca yetecek potansiyel ve bunun kadar önemli bilgi birikimi (know-how) oluşmuştur.

Anahtar Kelimeler: Akdeniz, gaz hidratlar, geleneksel olmayan enerji kaynağı, jeofizik, Karadeniz

Öz

Uzun süreden beri bölge devletlerini ve küresel güçleri meşgul eden Karabağ sorunu, 27 Eylül 2020’de başlayan 2. Karabağ Savaşı'yla tekrar küresel gündemin merkezine oturdu. Askeri harekat artık durdurulmuş olsa da, 30 yıldan fazla bir süre devam eden bu çatışmanın hemen sonlanmayacağı, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü sağlanıncaya kadar devam ettirileceği, barış sürecinde zorlu tartışmalar yaşanacağı açıktır. En baştan beri konuyla ilgili çok sayıda akademik ve popüler yayın yapıldı, bitmez tükenmez toplantılar düzenlendi. Bununla beraber konunun derli toplu biçimde ele alındığı; tarihsel, etnik, kültürel, mezhepsel, siyasal ve hukuki boyutların bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirildiği çalışmalar çok da fazla değildir. Oysa Karabağ bölgesindeki halkın ekonomik uğraş alanları ve yöntemleri, mezhepsel özellikleri, etnik yapısı, siyasi tarihi, dış ilişkileri gibi hususlar, uzun yıllardır yaşanan bu çatışmaların arka planının yanı sıra, seyir özelliklerini ve muhtemel sonuçlarını anlamak açısından önemlidir. Çatışan tarafların öne sürdükleri tezlerde bu hususlara (özellikle ilk başlarda) birinci dereceden önem verilmekteydi. Bütün bunların bir arada ele alınması bir dizi zorluklarla karşılaşsa da, en azından temel başlıkların birbiriyle bağlantısı kurularak, olayların kökenleri ve gelişim sürecine ilişkin bir kanaat oluşturulabilir. Bu çalışmada siyasal tartışmaların yoğun ortamında gözardı edilen bazı hususlar da dikkat alınarak, konuyla ilgili bütüncül bir yaklaşım denemesi gerçekleştirildi.

Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, barış inşası, çatışma, Ermanistan, Karabağ