EDİTÖRDEN

“Dünya gittikçe daha az Batılı hale geliyor!”

Bu saptama, dünyadaki güvenlik ortamındaki değişimleri liderler düzeyinde masaya yatıran Atlantik sisteminin en prestijli oluşumlarından Münih Güvenlik Konferansı’nın 2020 yılı toplantısının raporunda yer aldı. Raporda, “Batısızlık” diye yapay bir kavram ortaya atılıyor ve Batı’nın liberal değerlerinin artık hükmünün kalmadığı belirtiliyor. 2019 yılı raporunda da temel sorun “uluslararası sistemin yeniden düzenlenişi”ndeki sancılar olarak gösteriliyor ve “liberal dünya düzeninde bir yönetim boşluğu”ndan söz ediliyor. Bu gelişmelerin küresel güvenlik ortamında bir belirsizliğe neden olduğu savunuluyor.

Avrupa devletleri, özellikle Türkiye, Rusya, Çin ve İran ile, genel olarak Asya ve Latin Amerika ile ilişkilerinde Washington’un dayatmalarından bağımsız bir yol tutabilmek için seçenekleri tartışmaktadır.

Dünyada çok kutupluluğun ilerlemesine koşut olarak, Atlantik’ten Asya’ya doğru bir güç kaymasının gerçekleştiği görülmektedir. 11 Eylül 2001 sonrasında ABD’nin “teröre karşı küresel savaş” doktrinini ve uygulamasını, aslında çok kutupluluğun gelişmesini önleme çabası olarak değerlendirmek mümkündür. 2000’li yılların başından itibaren giderek artan ölçüde, Afrika’dan Çin’e uzanan coğrafyada, gelişmekte olan ülkelerin neredeyse tamamı, etnik ayrılıkçı ve dini istismar eden terörizme sahne olmaktadır. Ayrıca Afganistan, Irak, Libya, Suriye başta olmak üzere, onlarca ülkede ABD/NATO’nun dış müdahaleleriyle yönetimler devrilmiş, ülkeler bölünmüş ya da kargaşalığa sürüklenmiştir.

Bu durum, gelişen dünya ülkeleri arasında ekonomik alandaki ortaklıkların yanı sıra güvenlik alanında işbirliği eğiliminin güçlenmesine neden olmaktadır. 1991 öncesinde farklı kamplarda yer alan gelişmekte olan ülkeler arasında, ortak tehditlere karşı ortak yanıt verme çabasının geliştiği görülmektedir. Atlantik cephesinin hedefinde yer alan ülkeler, sorunları kendi aralarında çözme konusundabaşarı gösterdikleri oranda, milli devletlerini koruyabilmekte ve güçlendirebilmektedir. Suriye krizinde Türkiye, Rusya ve İran’ın geliştirdiği Astana ortaklığı bunun son dönemdeki en başarılı ve sonuç alıcı örneği olarak görülebilir.

Kuşak ve Yol’un kurulması için söz konusu güzergâhta güvenliğin sağlanması zorunludur. Kuşak ve Yol Girişimi’nin gündeminde, kaçınılmaz olarak güvenlik alanında işbirliği ağırlıklı bir yer tutmaktadır. Kuşak ve Yol Girişimi’nde öngörülen işbirliğinin hayata geçirilmesi, sadece işbirliğinin tarafı olan ülkeler için güvenli bir ortam yaratmakla kalmayacak, aynı zamanda genel anlamda uluslararası güvenliğide sağlayacaktır. Gelişmiş ülkelerde güvenlik kaygıları büyürken, Kuşak ve Yol Girişimi, uluslar arasında
güveni sağlama potansiyeliyle öne çıkmaktadır.

FİKRET AKFIRAT
Genel Yayın Yönetmeni

İçindekiler

Öz

Bu makalede, Çin’in Sudan ve Güney Sudan’daki çatışmaya, bölgedeki pratik çıkarlarını korumak için ihtiyatlı katılımıyla verdiği yanıt irdelenmektedir. Pekin, Darfur ve Güney Sudan’daki çatışmayı çözmek için büyük çabalar gösterirken yapıcı angajman ve yaratıcı arabuluculuk için yeni bir paradigma benimsemeye çalışmıştır. Çin’in Sudan ve Güney Sudan’daki çatışmaya yanıtı, bir yandan başka bir devletin içişlerine karışmama ilkesine riayet ederken bir diğer yandan da ulusal çıkarlarını koruma ve büyük güç kimliğini şekillendirme ikileminden etkilenmektedir. Bu makalede, Çin’in bölgedeki ulusal çıkarlarının türü ve kapsamı ile bunun Çin’in çatışmaya verdiği yanıt ve sürece katılım araçlarıyla olan ilgisi analiz edilmektedir. Çin’in çatışma çözümüne dahil olmasını yaratıcı arabuluculuğun karışmama ilkesiyle nasıl bağdaştığını açıklamak için çok taraflı güvenlik konularına iştirakinde yeni bir “yaratıcı arabuluculuk” kavramı ortaya koymak amaçlanmaktadır.

 Anahtar Kelimeler: Arabuluculuk diplomasisi, çatışma çözümü, Çin, Güney Sudan, Sudan.

Öz

21. yüzyıl, uluslararası sistemin tek kutuplu anlayışının çatırdamaya başladığına tanıklık etmektedir. Çok kutuplu dünya düzeni anlayışı ile daha adil bir düzenin yaratılması fikri, uluslararası ve bölgesel düzeydeki işbirliği platformlarında kendisine gittikçe daha fazla yer bulmaya başlamıştır. Şanhay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) de bu kapsamda ele alınabilecek bölgesel düzeydeki platformlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu makale, ŞİÖ anlaşma metinlerine, bildirilerine ve diğer metinlere odaklanarak içerik analizi ve süreç analizi yöntemlerini kullanır. Araştırma, ŞİÖ'nün geleneksel güvenlik anlayışlarından farklı olarak uluslararası güvenliğe nasıl yeni bir açıdan baktığını ortaya koymayı amaçlar. ŞİÖ, güvenlik temelli bir örgüt olmakla birlikte ekonomi, kültür, enerji gibi alanlarda işbirliği hedefleri ortaya koyan bir bakış açısına sahiptir. Bu düşüncenin altında yatan sebebin, güvenlik kavramının salt askeri boyutta ele alınmasının bölgesel düzeyde güvenliğin sağlanmasında yetersiz olacağı endişelerinden doğduğu ileri sürülebilir. Güvenli yolların olmadığı yerde ticaret yapmanın zorlaşacağı, ticaret yapmanın zorlaştığı yerde ise kalkınmanın gerçekleşemeyeceği ve bölgenin terörizm, ayrılıkçılık, aşırılık faaliyetlerine (ki bunlar aynı zamanda ŞİÖ’nün önemli mücadele noktalarından birini oluşturmaktadır) karşı kırılgan hale geleceği açıktır. Dolayısıyla, güvenlik ve ekonomi eşgüdümlü olarak ele alınması gereken ve birbirini tamamlayan unsurlardır. Bu çerçevede ŞİÖ, bir yandan terörizm, aşırılık ve ayrılıkçılıkla mücadele ederken; diğer yandan ekonomik işbirliği ile birlikte kalkınmayı sağlayarak bölgesel güvenliğin sağlanmasına katkıda bulunabilecektir. Örgüt üyeleri bölge çıkarlarını gözeterek daha geniş perspektifte çok kutuplu dünya düzeninin oluşmasına da katkı sağlayabileceklerdir.

 Anahtar Kelimeler: Çok kutupluluk, ekonomik güvenlik, güvenlik, karşılıklılık, ŞİÖ.

Öz

Ortadoğu’nun güvenliği sağlanmadan dünya barışı gerçekleştirilemez. Hal böyle olduğundan, bu makale takip eden sorular ışığında bölgenin mevcut güvenlik sorunlarına odaklanır: Ortadoğu’nun mevcut güvenlik durumu nedir? Ortadoğu’daki güvenlik ikileminin sebepleri nelerdir? Ortadoğu güvenlik sorununun Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne olumsuz etkileri nelerdir? Ve Çin Ortadoğu’daki güvenlik ikilemini çözmek için neler önermektedir?

Öz

Tarihsel olarak global hegemonya mücadelesinde, coğrafi güç merkezlerinin belirli dönemlerde yer değiştirdiği görülmüştür. 15. ve 16. yüzyıllarda deniz ticareti ve deniz gücü dünya çekim merkezini Batı coğrafyasına taşımış ve Asya durgunluk dönemine girmişti. Gücün bir bölgeden başka bir bölgeye geçişi üretimin-ticaretin ya da ticaret yollarının kontrolünün el değiştirmesiyle doğrudan bağlantılı olduğu görülmüştür. 20. yüzyılın son çeyreğinde dünya ekonomisindeki dinamizm, yeniden Asya’ya doğru bir kayış göstermiş, Batı merkezli güçlerin, bu gelişmenin önünü kesmeye çalıştıkları dikkati çekmiştir. Güç merkezinin Asya coğrafyasına kaymasının engellenmesi için sürdürülen yoğun çaba, 20. yüzyılın son çeyreği ve 21. yüzyılın  ilk çeyreğinde Avrasya coğrafyasında yoğun bir rekabete dönüşmüştür. Bu rekabette taraf olan güçler kendi konumlarını korumak  ve rakiplerin önünü kesmek için  öne çıkma potansiyeli yüksek olan ülkelerin iç işlerine değişik biçimlerde müdahalede bulunma çabaları olarak  yıkıcı faaliyetleri (subversive activities) öne çıkarmışlardır. Benzer yıkıcı faaliyetlere karşı direnebilen güçler yeni kurulacak olan uluslararası sistemde kendilerine etkin bir yer edilebileceklerdir. Günümüzde en önemli yıkıcı faaliyetlerden biri olarak olarak öne çıktığı görülen ayrılıkçı hareketlerin yarattığı istikrarsızlık, hegemon güçlerce rakiplerin sistemdeki hegemonya yarışından dışlanmasının önünü açmak için kullanılmaya çalışılmaktadır.

 Anahtar Kelimeler: Avrasya, hegemonya mücadelesi, jeopolitik, uluslararası sistem, yıkıcı faaliyetler.

Öz

“Arap Baharı”, Soğuk Savaş sonrası dönemde Büyük Ortadoğu siyasetini şekillendiren en önemli jeopolitik olay ve en büyük sosyal hareketlenme olarak değerlendirilebilir. Bu makalede, “Arap Baharı” sürecinin 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana dünyanın şahit olduğu en büyük insani krizlere yol açarak nasıl olup da bir “Arap Kışı”na dönüştüğü incelenmektedir. Anlatı analizi ve birleştirilmiş karşılaştırma üzerinden jeopolitik ekonomi çerçevesini kullanan bu makalede, Arap Baharı sürecinin en ciddi sonuçlara yol açtığı ülkeler olan Suriye ve Libya’ya odaklanılmaktadır. Araştırmanın amacı, silahlı çatışmaların altında yatan iç ve dış etkenlerin diyalektiğine gereken önemi veren, kapsamlı ve çok boyutlu bir bakış açısı ortaya koymaktır. Suriye'nin Baasçı kalkınma projesindeki başarısızlığın bu ülkedeki trajik istikrarsızlığın önemli bir nedeni olduğu; bunun da, dış müdahale ve etnik-dini farklılıkların yabancı güçler tarafından sömürülmesi için elverişli bir ortam yarattığı ele alınmaktadır. Benzer bir durum, Libya’daki Kaddafi modelinin çeşitli kültürel ve sosyo-demografik kırılganlıklarla birleşen dışlayıcılığı, liberalleşmesi ve kayırmacılığında ifadesini bulan iç siyaset başarısızlıkları için de geçerlidir. Suriye’deki çatışmanın dış etkenleri söz konusu olduğunda; eldeki bulgular, etnik-dini gerilimlerin bir vekâlet savaşına dönüştürülmesinin, Suriye çatışmasında yer alan kilit ülkelerin dış siyaset önceliklerine aracılık ettiğini göstermektedir. Her iki durumda da enerji ve insan güvenliği, askeri ittifaklar ve dış siyaset taahhütleri dâhil olmak üzere jeopolitik unsurlar, çatışmaların ortaya çıkışı ve yayılmasında baskın etkenler olarak görünmektedir.

Anahtar Kelimeler: Arap Baharı; insan güvenliği; uluslararası gelişme; uluslararası güvenlik; politik ekoloji; politik ekonomi

Öz

16 Temmuz 2016 sonrası Atlantik’ten Avrasya’ya rota değiştiren ve Mustafa Kemal jeopolitiğine geri dönmek zorunda kalan bir Türkiye var. Bu, günlük siyasetin değil, zamanı gelmiş bir uyanışın ve hayatta kalma güdüsünün jeopolitik refleksidir. Türk-Rus işbirliği Levant sahilinden Mağrip sahiline doğru genişletilmelidir. Bu eksene Türk-Çin yakınlaşması ve özellikle iki ülke arasında ekonomik, siyasi ve askeri işbirliğinin geliştirilmesi de eklenmelidir. Kırım, Sinciang Uygur Özerk Bölgesi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) geleceği konuları Türkiye, Çin ve Rusya Federasyonu arasında ilişkilerin geleceğine çok yaratıcı seçenekler sunabilir.

Öz

Çin’in Wuhan kentinde aniden ortaya çıkan ve buradan, önce Çin’in diğer bölgeleri ve kısa süre zarfında diğer ülkelere de hızla yayılan ölümcül salgının toplumsal ve ekonomik etkileri bu makalenin ana konusudur. Sadece Çin ile sınırlı olmaksızın, tüm dünyada derin endişelere yol açan "Yeni Koronavirüs"e bağlı ölümcül zatürre ile ortaya çıkan süreç; neden, etki ve sonuçlarıyla ele alınmaktadır. Çin’in geliştirdiği refleks ile salgına müdahale tarzına değinildikten sonra, bu müdahale süreci boyunca meydana gelmiş olabilecek ihmaller üzerinde durulmaktadır. Göze çarpan ihmallerin giderilmesi yolunda, merkezi yönetimce alınan önlemler ve yapılan idari tasarruflar, üzerinde durulan konular arasındadır. Salgın süreci boyunca, merkezi ve yerel yönetimlerin benimsediği tutum, kamuoyu ve dış dünya ile ilişkileri de özetle ele alınarak, salgının sosyo-ekonomik bakımdan Çin üzerindeki olası etkileri de değerlendirilmektedir. Çin'in YKZ savaşı dünya çapında bir mücadele olup, Çin’in başarısı dünyaya güvenlik getirecektir.  YKZ salgınının başlangıcı aşamasında gelişen olaylar, bizlere “ortak bir geleceğe sahip bir insan topluluğu oluşturma” ihtiyacının önemini ve aciliyetini önemli ölçüde göstermektedir.